Sanat İçin Sanat/ Cem ADRİAN 1 2

abortion pill spain

abortion pill spain dearteaga.es

low dose naltrexone buy

buy naltrexone canada click here

benadryl pregnancy nausea

benadryl and pregnancy third trimester extrageek.com

cialis cena 2018

cialis generikum read

Sanat İçin Sanat/ Cem ADRİAN

Müzik dünyasında tercih ettiği müziği yapabilen, doğru bildiği yoldan sapmayan (saptırılmayan) az sayıda sanatçı var. Ana akım müzik piyasasının kurallarına teslim olmadan, ‘çemberin dışında’ durmaya ısrarla devam ediyorlar. Pek çok müzisyenin hayal ettiği bu bağımsızlığa sahip isimlerden biri de Cem Adrian.

Adrian, Ankara’daki stüdyosuna kapanıp kendi müziğini üretiyor ve dinleyicilerinden başka kimseye hesap vermiyor. Yapımcıların beklentileri, ticari kaygılar ve sektördeki kaostan uzakta; üretkenliğini en verimli şekilde kullanarak nitelikli ve özgün eserlere imza atıyor. Kendini müziğe adamış biri… Adeta sanat için sanat yapıyor.

Müzik hayatınıza adım atmanızdaki öncü isim Fazıl Say oldu. Tanışma hikayenizi ve daha sonra gelişen süreci bir de sizden dinleyebilir miyiz?

Daha önce çalıştığım bir yerde sürekli gelip giden bir müşterimle arkadaş olduk. Müzisyen olmak istediğimi biliyordu. Fazıl Sayı’ın da arkadaşıydı. Demolarımı aldı ve Fazıl Say’a götürdü. Aynı günün akşamı 8.00 civarı, işten çıkmışım, evde dinleniyorum. Bilmediğim bir numara arıyor. Açıyorum. "Ben Fazıl" diyor. Sesinden tanıyorum. İnanılmaz bir heyecan. Fazıl Say beni arıyor!

"Müziğini dinledim, yarın bir yemek yiyelim mi?" diyor. İnanamıyorum. O geceyi internette çalışarak geçiriyorum. Ya bana klasik müzikle ilgili bir şey sorarsa, kendisiyle ilgili bir şey sorarsa... Ertesi gün yemekte Fazıl Say karşımda."

Ben tek başıma bir koroymuşum, öyle diyorlar. Bana, bu sesle müzik eğitimi alırsam bir dünya starı olabileceğimi söylüyor. Daha beni hiç dinlemeden üstelik. Sadece o demoyla. Sonra "Seni Ankara'da bazı hocalara dinletmek istiyorum"diyor. Üç gün sonra Ankara'dayım. Her şey çok hızlı gelişiyor. Bilkent Senfoni Orkestrası'nın şefi, ses uzmanı İbrahim Yazıcı'nın karşısındayım. Beni dinliyor. Fazıl Say'a "Çok kullandığı için yıpranmış ama böyle bir ses dünyaya bin yılda bir gelebilir" diyor. Beni Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları'na "özel öğrenci" statüsüyle alıyorlar. O güne kadar nota bile bilmiyorum.

Ve böylece süreç başlıyor…

Aynen…

Bugün Cem Adrian sesiyle, müziğiyle marka olmuş bir isim hiç kuşkusuz. Peki marka bir isim olan Cem Adrian’ın marka tutkusu yani lovemark’ı var mıdır?

Ben bu kavrama sevgi ve saygı duyuyorum. Var tabii ki… Hani bu tam olarak buna yenilmek midir, bilmiyorum ama sonuç itibariyle duygusal insanlar olduğumuz için ayakkabılarımızı sevmek diye bir şey vardır ya markaları da seviyorsun işte. Sonuçta onlar da üzerinde emek harcanmış, gerçekten ticari anlamda da üzerine oynanmış, ama bir anlamda da ne olursa olsun bir markanın logosu sanat içeriyor, tasarım içeriyor, yaratıcılık içeriyor buna saygı duymakla bunu sevmekle alakalı bir şey taşıyorum ben markalara karşı. Tasarımlarını beğendiğim çok hoşuma giden markalar var. Çünkü ben de tasarımla uğraşıyorum. Kendime yakın buluyorum. Mesela ben Adidas’a bayılırım. Çocukluğumdan beri. Hala da benim bütün ayakkabılarım, şunlarım bunlarım Adidas’tır. Sırf üstünde logosu var diye beyaz bir tişört alabilirim. Çünkü o logoyu seviyorum. Apple’ı çok seviyorum. Bir ürün çıkarsa da kurcalasam oynasam diye bekliyorum.

Cem Adrian markası oluşturmayı düşünür müsünüz? Mesela kıyafet ya da takı ya da başka bir şey olabilir?

Bunu benim için benim adımı kullanarak biri tasarlasa olabilir. Yani bu teklif ve fikir. Ve bu teklif birilerinden gelirse, Cem Adrian’ın taktığı bir takı ya da giydiği bir tişört gibi… bu değerlendirilebilir. Ki ben kendi prodüktörlüğünü üstlenen ve kendi işlerini kendi yapan biri olarak bana biraz görgüsüzce geliyor. Şöyle ki bana, Cem Adrian olarak çıkıp Cem Adrian tişörtü yaptırıp satmak, bir sanatçı olarak bana ayıp ve garip geliyor. Ama biri bunu kıymetli bulup Cem Adrian tişörtleri olmalı dese ya da bir aksesuarı çok enteresan bunu neden biz yapmıyoruz dese benim için düşünülecek bir şey olur.

Örneğin İpekyol Twist’in Ajda Pekkan koleksiyonu gibi mi?

Evet. Tabii ki benim bir rengim bir çizgim var. Giydiklerim ve seçtiklerim ayrı. Bunu yarı bilinçli yarı bilinçsiz yapıyorum. Bir yandan içimden geliyor bir yandan da bir çizgiyi korumam gerektiği için yapıyorum. Mesela sahnede siyah dışında bir renk giymemek gibi… Öyle bir koleksiyonda kendimi yakın bulabileceğim bir konseptte tasarımımın olması hoşuma gider.

Müzikal anlamda bir marka olduğunuzdan bahsetmiştik. Bunu aslında Türkiye’de yapılmamış pek çok şeyi başarmış olmanıza bağlayabiliriz. Yapılmamışı başarmış olmak sizin için ne ifade eder?

Yanlış anlaşılmasını istemiyorum ama ben kendi krallığımın içinde, ki bu çok büyük bir krallık değil, kendim yaşıyorum. Ben müzik hayatıma başladığımdan beri hiçbir piyasa şartını düşünmedim. Onların çok dışında yaşadım. Herkes hala müzik yapmak için Ankara’dan İstanbul’a gidiyorken, ben İstanbul’dan Ankara’ya geldim. Burada yaşıyorum. Hiçbir plak şirketiyle çalışmıyorum. Buna karşı çıkıyorum. Bazı prensiplerim o kadar ters düşüyor ki bu piyasanın kurallarına… Hiç birine uymadım ve bu da beni diğer insanlardan ayıran belki de en büyük özellik oldu. Mesela şarkıcıların rock parçalarıyla insanları eğlendirmek için kendini paraladığı sahnelere ben sadece bir piyano ya da bir gitarla çıkıyorum. Bu tamamen benim tercihim. Ben buna direndim. Bu tamamen içgüdüsel bir sanatçı direnişi.

Ben kendime marka diyemem sizin baktığınız gibi bakamam ama sadece şunu söyleyebilirim: Ben farkımı biliyorum. Kendimi salmış bir şekilde müzik yapmıyorum. Örneğin bazı müzik kanallarına klip göndermiyorum. Orada özellikle olmamamın bana neler getirdiğini biliyorum. İnsanlar orda olmak için para öderken ben oralara klip göndermiyorum ve oralardan gelen program tekliflerini reddediyorum. Kendime yakıştırmıyorum. Bu da bilinçli bir sürecin olması gereken sonucu zaten…

Yaptığınız işe “sanat için sanat yapmak” demek sanırım yanlış olmaz…

Yani ben zengin bir ailenin çocuğu değilim ve arkamda gerçekten zengin bir yapımcı da yok. Ben her şeyi kendim başardım. Beş albüm boyunca hiç param ve desteği yokken başardıktan sonra, bu noktaya geldikten sonra, benim para için sanat yapmam çok ayıp olur. Şunu da yeri gelmişken söylemekte fayda görüyorum, cesur olan kazanıyor. Tabi şuurlu bir cesaret… Bir noktada zekice adımlar atmak zorundasın. Hayatta maddi emellerin yoksa ve manevi emellerin varsa, özgürce müzik yapmak gibi, işin aslı o kadar zor değil çünkü kaybedecek hiçbir şeyin yok.

Ciddi bir tatmin bu bir sanatçı için, hatta o sanatçının dinleyicileri için de ciddi bir tatmin… Tabii ki hem de nasıl bir tatmin. Türkiye’deki müzik dünyasında saygı görmek, sevgi görmekten çok daha zor ve önemli. Ben şu anda birçok isimin yaptığı kötü ve ticari müzikle ilgili konuşabilirim. Çünkü buna hakkım var. Onlar da bana kalkıp hiçbir şey söyleyemezler çünkü hakkım olduğunu bilirler. Benim gibi bu yoldan geçmiş insanlar var. Bülent Ortaçgil gibi; ama aramızda şöyle bir fark var ben çok daha inatçıyım. Onlar savaşmak yerine biraz daha yapmak istedikleri müziği yapıp geldikleri noktada durdular. Ben bu bakımdan daha çok savaşan ve konuşan insanım. Belki daha genç olduğum içindir.

Peki son dönemde çıkan müzisyenlerden beğendikleriniz var mıdır?

Jehan Barbur’ü seviyorum. Müziği benim oturup dinleyebileceğim bir müzik değil. Fakat tavrı ve duruşunu seviyorum. Bunun dışında kendi dönemimden son 5 yılda söyleyebileceğim bir isim yok. Aslında bir şeyler yapmak isteyen çok isim var ama çok dayanıklı olmak gerekiyor.

Büyük prodüksiyon şirketlerinden çok ciddi teklif alıyorsunuz ve hepsini reddediyorsunuz. Hiç artık bunlarla uğraşmayayım atayım imzayı gitsin diye düşündüğünüz olmuyor mu?

Bütün röportajlarımda söylediğim bir şey var ve yine söyleyeceğim ben büyük şirketlerle çalışmıyorum, umurumda değiller. Ben böyle çok mutluyum. Daha alt kanallardan arkadaşlar vasıtasıyla iletiyorlar, “neden kolay yolu seçmiyor ki? Bütün şartlar istediği gibi olabilir. Daha çok promosyonu yapılabilir.” diyorlar. Promosyonu yapmak ne demek? Ben promosyonumun yapılmasını istemiyorum ki… Ben bunca emeği, bunca çabayı gidip bir başkasının avucuna bırakamam. Ben zaten “no name” değilim, ben Cem Adrian’ım. Ben zaten ismimi oluşturana kadar ciddi süreçler geçirdim. Kaldı ki bana ne verebilirler, para mı, istemiyorum. Çünkü ben Ankara Kavaklıdere’de yaşamaktan mutlu olan bir insanım. Beni mutlu olmak için nerede yaşatabilirler?

Sizin de kısa bir İstanbul maceranız var aslında ilk albümünüzde…

Evet ama o albüm benim çok dışımda gerçekleşti ve Edirne’deki demo kayıtlarımdan oluşan bir albümdü o. Kaldı ki o albümün prodüktörü de Fazıl Say’dı. Benim asıl başlangıcım, ilk doğuşum “aşk bu gece şehri terk etti” albümüdür ve Ankara’dır. Hedefin nedir sorusuna da basit bir cevabım var ben hedefimi gerçekleştirdim ve “aşk bu gece şehri terk etti” albümünü çıkarttım en büyük hedefim buydu. Bütün albümlerim önemlidir tabiî ki, hepsi bir dönemimi yansıtır ama benim için önemli olanı başardım.

Son olarak Cem Adrian, kendini en sevdiği bir şarkının sözleriyle ifade ederse, hangi sözleri seçerdi?

Ben bir kelebeğim… Yarın öleceğim… Kanatlarım emanetti… Çırılçıplak gömüleceğim…

Yazar : TR'de MARKA Röportaj

Facebookda Paylaş

Diğer Marka Konuları