Sayı 8
8
Sayı 8

Marka Şehirler… Bu kavram ilk kez Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanıldı.Doğudan batıya doğru ve daha müsait alanlara yerleşimi özendirmek, demiryollarına rağbeti arttırmak amacıyla 1850 yılı ve sonrasında tanıştık bu kavramla. Amaç, demiryollarının zengin tarım alanlarında umut vaat eden bir hayatın kapısını araladığı imajının oluşturulmasıydı. Böylece marka şehirlerle tanıştı insanoğlu. O dönemde ABD sınırları içinde kendine yer edinen bu kavram, bugün küresel boyutta herkesi yakından ilgilendiren bir yaşam tarzını işaret etmeye başladı.

Sizce bir şehri marka yapan unsurlar nelerdir? Doğrudan yabancı yatırım mı? Ziyaretçi sayısı mı? Orijinal fikirler mi? İnsanları cezbedebilen yaratıcı fikirlerin hayata geçirilmesi mi? Reklam afişleri mi? Ulaşım imkânlarının çokluğu mu? Modern pazarlama teknikleri mi? Yaratıcı-yenilikçi stratejiler mi? Kültürel miras mı?

New York’un hikâyesinden bahsedelim biraz… 1970’li yıllarda ABD’nin finans merkezi New York iflasın eşiğindeydi. Ünlü sokak ve caddeleri çöplerden geçilmiyor, şehir adeta çeteler tarafından yönetiliyor, uyuşturucudan ölenler sokaklara atılıyor, suç oranı her gün artıyordu.

Başkan dahi çaresiz kalmıştı…
1990’lara gelindiğinde, kentteki suç oranı bir hayli artmış, can ve mal güvenliğinden söz edilemez olmuştu.

Birkaç yıl sonra, sanki sihirli bir değnek maharetiyle kentin silueti değişti ve dünyaca ünlü bir marka haline geldi. Nasıl mı; “Kırık Cam” teorisi ile… Kırık Cam, ilk kez 1982 yılında James Wilson ve George Kelling tarafından kaleme alınmış olan bir suç-bilim teorisi. Düzen yokluğu ve kanunsuzluğun işaretleri yok edilmeden, bu sorunlara çözüm bulunamayacağını iddia ediyor. Örneğin; bir binanın camı kırıksa ve bu sorun giderilemiyorsa,insanlar umudunu yitirir ve bu da diğer başka camların kırılmasına yol açar. 1993 yılında Rudolph Giuliani, New York Belediye Başkanı seçildiğinde şehirdeki suç oranı zirvedeydi. Beş yüz bine yakın kişi güvenlik nedeniyle şehri terk etmişti. Duvarlar yazılarla kirlenmiş, metroda seyahat etmek ise cesaret ister hale gelmişti. Giuliani, İlk iş olarak metro yönetimine kırık cam teorisyenlerinden Kelling ile uzun yıllar birlikte çalışmış olan polis şefi William Bratton’u atadı. Sıfır tolerans ve yaşam kalitesi ilkeleri ile işe sarılan bu ikili, New York’ta düzeni sağladı ve kanunsuzolduğu önledi. Şehirden göç eden ve göç etmeye niyetli kişilerin zihinlerindeki algılarını değiştirebilmek için ise “I Love New York” sloganını geliştirdi.

Peki ya Paris? Birkaç yüzyıl önce insanların, sokakta yürümek için pisliklerin üzerinden atlayarak geçtiği şehir, romantizmin, modanın kalbi kabul ediliyor bugün... Dubai’den 30 yıl önce söz edilmezdi bile; basit bir balıkçı kentiydi. Bugün ise Ortadoğu’nun incisi! Örnekleri çoğaltabiliriz. Dünyada marka şehirler dediğimizde ise ilk 10’da sırasıyla; Sidney, Londra, Paris, Roma, New York, Washington D.C., San Francisco, Melbourne, Barselona ve Cenevre yer alıyor. Peki ya Türkiye’den bir şehir? Maalesef henüz yok! Köklü bir tarihsel geçmişe sahibiz. Her yıl büyüyen ekonomimiz, dünyanın en büyük 16’ıncı ekonomisi.

Ülkemizin başta İstanbul olmak üzere marka şehir potansiyeli taşıyan onlarca şehri bulunuyor. Erzincan gelecek yıl Dünya Yamaç Paraşütü Şampiyonası’na ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 2011 yılında üstlendiği Dünya Üniversiteler Kış Oyunları ile Erzurum adından söz ettirdi. Akdeniz Oyunları ile de Mersin’in adı duyuldu.

Ama bir yerde eksikliğimiz var. Genel ve yanlış kanı, şehirlerin önce bir logo ve slogana sahip olması, sonra da bunları kullanarak tanıtım yapması. Arkasındaki strateji, çaba ve hikâye bilinmeden, ünlenmiş ya da başarıya ulaşmış şehirlerin logo-slogan çalışmaları örnek alınmakla yetiniliyor. Ayrıca dünyada başka şehirlere ilham kaynağı olmuş shopping fest gibi uygulamalar kopyalanarak tanıtımlar yapılmaya çalışılıyor. Bu çabaların çoğu, genellikle ilgili şehre vakit ve para kaybettiriyor.

Bugün marka olarak adlandırdığımız her şehrin ayrı bir hikâyesi ama, hepsinin de tek bir ortak noktası bulunuyor; bütün marka şehirleri yaratanlar, o şehirlerin belediye başkanları! Çünkü bir şehrin CEO’su o şehrin belediye başkanıdır. Belediye başkanı istemezse o şehir markalaşamaz. Marka şehir konusunda, önce belediye başkanlarımızın duyarlık eşiğinin yükseltilmesi, sonra da onun çevresindeki ilgili kişilerin bu duyarlığa sahip çıkmalarının yol ve yöntemleri belirlenmelidir. Bunun için, yeterli bilgi düzeyine sahip marka danışmanları ile işbirliği içinde olmaları gerekir.